Gökyüzünde sayısız yıldız vardı ve bazıları; her yıldızın, dünyadan geçip giden bir insanın ruhuyla canlandığına inanırdı. Bir yıldız, öncesinde karanlık, soğuk unutulmuş bir yerken, bu dünyadan ayrılan ve kendisine gelen ruhun ışığıyla aydınlanıp, onun sıcaklığıyla yanmaya başlardı. Dünya üzerinde dağılan bir yuva, çok uzaklarda bambaşka bir yerde bu şekliyle yeniden kurulurdu.
Üstelik o ruhun kalbi de yıldızla bütünleşince yeniden atmaya başlardı.
Bizler, hava kararıp da yüzümüzü gökyüzüne döndüğümüzde onların ışıklarının durmadan artıp azaldığını görürdük. İşte bazıları bunun, o yıldızın atan kalbi olduğuna inanırdı.
Tıpkı Alin'in de inandığı gibi...
Annesi ve babasının mezarında ağlarken yanına gelip gözyaşlarını silen bir el söylemişti bunu ona. Alin, o günden beri, gördüğü en parlak yıldızın onun bu dünyada dağılan yuvası olduğuna inanmıştı. Anne ve babası gidişleriyle tüm ışığı ve sıcaklığı götürmüştü ama tekrardan hiç sönmeyecekleri bir yerde daha fazla yanmaya başlamışlardı. Alin'in yanlarına gideceği güne kadar, bu dünyada yıkılan yuvanın çok daha güzelini orada kuracaklardı. Bu yüzden de geceleri hep daha çok severdi ve her gece yüzünü gökyüzüne dönmeden, atan kalplerini izlemeden, onların varlığını içine çekmeden uyumazdı.
Kaç yaşına gelmiş olursa olsun, içinde bir yerlerde bu inanca tutunmak onu güçlendiriyordu. Çocukken kaybı kabullenmesi için ona söylenenler onun için gizli bir inanç kaynağı olmuştu ve ne zaman düşecekmiş gibi olsa hemen oraya tutunuyordu. Bu yüzden de Alin Karahan bu dünyadaki en güçlü insanlardan biriydi.
Ama bir taraftan da her birimiz, duygularımızı yönetebildiğimiz kadarıyla güç sahibiydik. Alin'in gücü bir taraftan da yönetebildiklerinden geliyordu. Ve elbette yaşam, hiç kimse için sonsuza kadar aynı düzlemde ilerlemezdi.
Her insan gibi onun da gücünün azalacağı zamanların ayak sesleri çok derinden gelmeye başlamıştı. Sadece o, henüz bunu duymuyordu. Ama yakında belli belirsiz duymaya başlayacaktı.
Alin Karahan, yakında şimdiye kadar hiç duymadığı sesleri duymaya başlayacaktı...
20Please respect copyright.PENANAeSabwJ5LXB
**************************************************************************************************************
20Please respect copyright.PENANAIvYPsWj9oz
Gözlerim, bugünün önemini bildiği için çok erken saatlerde açılmıştı. İki kimliğimin de üstlendiği tek görevimin bugün ilk günüydü. Birazdan telefonum çalmaya başlayacaktı ve Baro tarafından bir cinayet dosyasına atanacaktım. Normalde bana denk gelecek bir dosya değildi ama dosyaya atanması gereken avukat bendim. Bu yüzden atama sistemine ekibim tarafından biraz müdahale edilmişti. Aslında bugün girmem gereken iki duruşma ve yapmam gereken müvekkil görüşmeleri de vardı ama ekibin sorumlusu olan Umut "Bugünkü tüm angaryalarını bir kenara bırakacaksın, tek işin yalnızca bu görüşme olacak!" dediği için uzun bir münakaşadan sonra, Umut'un deyimiyle "angaryaları" kenara süpürmüştüm. Onun için, inanılmaz parlak bir ajanken, aynı zamanda avukatlık yapışımla buna ciddi zarar veriyormuşum. Anlamadığı kısım buydu ki ben avukatken Alin'dim. Çünkü hayatımın kumandası benim ellerimdeydi. Bir şeyi istersem yapıyordum, istemezsem dünya gelse yine yaptıramıyordu ama ajanken öyle değildi. En basitinden, bugün, bu görev dışındaki tüm işlerimin bir kenara bırakılacağı söyleniyordu ve ben ne kadar istemesem de bunu yapmak zorunda kalıyordum.
Beş dakika içinde telefonum çalmaya başladı. Beklediğim aramaydı. Telefonu açıp yapılması gerekenleri yaptım ve hızlı bir şekilde sicil numaramı onaylatıp, gelen dosyayı kabul ettim. Bingo! Sedat Ateş dosyasının resmi olarak avukatı olmuştum. Avukatı olarak atandığım kişinin özel olarak avukat tutma ihtimali yüksekti ama işler o noktaya varmadan alabildiklerimi almam gerekiyordu. Gerçi bunu yapacak olsa aylardan beri çoktan yapardı ama o ne bir avukat ile anlaşmış, ne de ifade ya da sorgusunda baro tarafından atanan avukatın savunmasına alan oluşturmuştu. Ben de sanki yeni bir avukatmışım da ilk defa cinayet dosyasına atanmışım gibi bir heyecanla karşısına çıkacaktım. Benden şüphelenmesi ihtimal dahilinde bile değildi, çünkü ben dosyasına baro tarafından atanmış, çiçeği burnunda, her şeyi aydınlatmaya çalışan idealist tatlı bir avukattım. Heyecanımı buna verebilirdi.
Elim ayağım arabam servisteydi ve ben bu yüzden her zamankinden çok daha hızlı olmak zorundaydım. Adliyeye geçip dosyayı fiziki olarak kontrol etmem, cezaevine gitmeden önce bilmem gereken bir şey varsa öğrenip, o şekilde cezaevine gitmem gerekiyordu. Alelacele bir şeyler atıştırıp evden çıktım ve metroya doğru yola koyuldum. Metro merdivenlerini, benim gibi acelesi olanlarla birlikte hızlıca indikten sonra metronun geleceği kısımda beklemeye koyuldum.
"Günaydın Alin hanım," sesin geldiği yöne dönmemle, bir çift kısık göz ile karşılaşmam bir olmuştu. Gülümsemesi o kadar içtendi ki sabah sabah neden bu kadar mutlu olduğunu sorgulamadan edemedim. Bizim avukatlardan biriydi ama adı şu an beynimin kıyısından köşesinden, hiçbir yerinden geçmiyordu. Ara sıra duruşma beklerken karşılaşıyorduk ve her karşılaştığımızda kibar bir şekilde selam veriyordu.
"Günaydın avukat bey" diyerek kurtarıcı hitap ile karşılık verdim. Bana günlük sohbet sorularını sıralarken gelen metroya binmiştik. Kısa kısa cevaplar vermeme rağmen ilginç bir şekilde soracak yeni sorular bulabiliyordu. Kısık gözleriyle gülümserken aslında tatlı çocuktu ama ben bu sabah hiç sohbet havamda değildim. Gerçi ne zaman olmuştum ki? Sadece sevdiğim ve yanında rahat olduğum insanlarla sohbet etmekten hoşlanıyordum ki onun da sayısı çok azdı. Normal bir hayatım olmadığı için istesem de etrafımda pek insan tutamıyordum.
Ekiple aldığımız toplantıda not aldıklarıma göz gezdirmeye başladım. Öldürülen kişi 55 yaşında bir erkekti. Sedat ile yaşları yakın sayılırdı ancak anladığım kadarıyla aralarında herhangi bir bağlantı yoktu. Maktul, müvekkilim Sedat'ın akrabası ya da arkadaşı değildi, en azından bilgimiz bu yöndeydi. Arka planına Sedat ile görüştükçe ulaşmaya çalışacaktık.
Maktulün ölüm nedeni alnının ortasına yediği tek kurşundu. Bu da demek oluyor ki öldürmeden önce Sedat, onun gözlerine bakmıştı. Bir insanı gözlerinin içine bakarak öldürebilecek kadar soğukkanlı olmanız için ya bu işi meslek haline getirmiş olmanız, ki müvekkilimin adli sicil kaydı annesinin ak sütü gibiydi, ya da insani duygulardan önemli ölçüde arınmış olmanız gerekirdi. İkinci seçenek ile ilgili pek bir fikrim yoktu. Onu ziyaret ettiğimde insani duygulardan ne kadar arındığını kendi gözlerimle görecektim. Gerçi arınıp arınmamasıyla da ilgilenmiyordum. İhtiyacım olan bir piyonun ruhani hali değildi. Bana o tetiği çektiren ya da çektirenlerin kim oldukları lazımdı. Bunun için de öncelikli olarak Sedat'ın bu işteki kazancına ya da kaybına ulaşmam gerekiyordu.
Birileri bana bir keresinde, gerçeğin her zaman görünürde olmadığını ama çoğu zaman görünürde gizli olduğunu söylemişti. Ya görünürde hiçbir bağları olmamasına rağmen gerçekte büyük bir bağları varsa? Ya bağlarının olmaması, bağlarını gizleyen bir şeyse. En ufak ihtimali göz ardı edecek lüksüm yoktu.
Derinliğinin ne kadar olduğunu bilmediğim karanlık bir suya dalıyordum. O karanlık suyun içinde köpek balıklarını takip edip, yuvalarını bulmam gerekiyordu. O karanlıkta boğulabilirdim, köpek balıkları tarafından parçalanabilirdim ya da hedefime varabilirdim. Bu yüzden ışığa ihtiyacım vardı. Daldığım zaman benden önce dalmış olup etrafımı aydınlatacak ışıklar vardı ama ben yine de fazlasıyla gergindim...
"Geçenlerde olan baro etkinliğinde göremedim sizi?"
"Ha? Pardon, bana mı seslendiniz?" gülümseyip sorusunu tekrarladı. "Evet, o kadar fazla avukatın bir araya geldiği yerler beni biraz boğuyor, bu gidişle pek de göremeyeceksiniz zaten." dedikten sonra gülümsedim. Adamın beni kendini beğenmiş bir şey olarak görmesini istemezdim ya da görebilirdi de açıkçası pek ilgilenmiyordum.
"Ama siz de avukatsınız." Tebrik ediyorum, ben nasıl unutmuşum ki bunu."Kendimden de en fazla bir taneye tahammül edebiliyorum zaten." fazlasıyla samimi itirafımı serdikten sonra konuyu uzatmamasını diledim.
"Bu meslek sürekli insanlarla bir arada olmayı gerektiriyor, bunu seçmeden önce görmüş olmanız gerekirdi. O halde neden avukatlık?"
Tamam... Bu beni geren son cümleydi. Hayatımı merak eden, seçimlerimi irdeleyen insanlara hiç ama hiç tahammül etmezdim. Ne güzel tatlı tatlı gülümsüyordun, neden canımı sıkmaya başlıyorsun ki... "Avukat olunca görevin sadece insanlara gülümseyip, toplu etkinliklere katılmaktan ibaret olmuyor çünkü. Daha ulvi nedenlerim var ama bunu şurada mesleği sosyalleşmeye bağlayan herhangi biriyle tartışmayı istediğimi sanmıyorum." dedikten sonra açılan metro kapısından anlık hışımla indim. Arkamdan yanlış anladınız, naralarını her ne kadar duysam da gerçekten şu an doğru anlamaya zaman harcayamayacaktım.
Adliyeye vardıktan sonra, Sedat'ın yargılandığı ağır ceza mahkemesinin kalemine gittim ve dosya numarasını söyleyip dosyasını getirmelerini bekledim. Sedat yakalandığı ilk andan itibaren özel avukat ile temsil edilmemiş, sorgusuna da baro tarafından atandığı avukat ile girmiş ve zaten direkt suçu kabul edip savunmaya alan bırakılmasına özellikle müsade etmemiş. İfadesinde sadece suçu işlediğini ve geri kalan kısımlar ile ilgili susma hakkını kullanmak istediğini söylemiş. İncelenmesi çok da uzun sürmeyen dosyaya bakınırken telefonum titremeye başladı. Arayan Mavi'ydi:
"Ne yaptın Alin, dosya atamanda bir problem yok değil mi?" işte biz böyleydik. Selam, sabah, hal hatır kısımları bizde nadiren, o da belki görülürdü.
"Problem yok, birazdan cezaevine geçeceğim."
"Tamam, çıkma sen ben almaya geliyorum seni. Adliyedesin değil mi?" onu onayladıktan sonra "Tamam en fazla 15 dakikaya oradayım." deyip kapattı telefonu. O esnada ben de dosyadan almam gereken örnekleri almaya başladım. İşimi bitirdikten sonra adliyeden çıktım. Mavi gelmişti ve arabanın içinde beni bekliyordu.
"İçeri girdiğin zaman Sedat Ateş ile bu süre zarfında görüşmüş başka birileri var mı öğrenmeye çalış." öğrenmemi istediği resmi olmayan girişlerdi çünkü resmi girişlerin kaydına ekip zaten ulaşıyordu. Alayla gülümsedim, "Ne oldu Alin Hanım neye güldün" dedi Mavi.
"Sedat'ın koca bir iç dökme aşkıyla beni beklediğini sana düşündüren nedir tam olarak?" gülümsemem artmıştı. Mavi de gülmeye başladı, "Umut'un istekleri. Mantıklı ya da mantıksız diye bakmayacaksın işte." dedi. Kafamı onaylamaz şekilde sallayıp yolu izlemeye devam ettim. Avukat kimliğimi istihbarata taşıdığım ilk görevim değildi ama bu şekliyle dahil olduğum ilk görevimdi. Daha önce birine, onun avukatı olarak atanıp onun üzerinden birtakım şeylere ulaşmaya çalışmamıştım en azından. Bu yüzden bana biraz sevimsiz geliyordu bu durum. Mavi bunun farkındaydı ve birkaç günden beri atmosferi bana daha olağan getirmeye çalışıyordu.
O esnada Mavi'nin telefonu çaldı, saha kısmındaki bir pürüz için Umut çağırıyordu onu. "Tamam, sen git. Çıkınca sahilde buluşuruz." dedim. "Bu soğukta mı Alin?" diye karşılık verdi. "Evet, bu soğukta. Ayrıca bugün dünya kadar işim vardı ve sırf bu görevin önceliği için her şeyimi erteledim. Bana, bizim üstün görevlerimiz karşısında senin kendi mesleğin çöp iması yapılıyor farkında mısın, bırak da istediğim yerde bunu sindireyim." bugün gerçekten toslanılmaması gereken bir duvardım. Mavi bunu fark edince, "Tamam şampuan sakin ol! Her ne kadar hoşuna gitmese de... Önceliklerimiz." mimik bile oynatmamıştım.
Çok geçmeden varmıştık. Mavi ile son bir yol haritası çıkardıktan sonra arabadan indim. Devasa duvarlara doğru ilerlemeye başladım. Cezaevinin duvarları hep beni çok küçük hissettirmişti. Kocaman bir gölgeye de sahip olsanız buraya girince küçücük hissedersiniz. Savaşım, düşüncelerin de bir süre sonra küçülmemesiyleydi... Doğru olanın burada küçülüp yokluğa karışmaması için hep savaştım ben. Ama bugün kısa serüvenimin sonuydu. Avukatlık oyunumda kurallar değişiyordu ve ben değişimle birlikte savruluyordum...
Tüm teferruatları aşıp içeri girdikten sonra bekleme salonuna geçecektim ki memurlardan birinin diğerine, "Önce Kurt muydu Kunt muydu neydi, o tuhaf isimli adam şimdi de avukatı. Bugün herhalde tamamen bu adama çalışacağız belli oldu." dediğini duydum. Hemen, "Kim dediniz? Benden başka avukatı yok, ailesinden biri miydi?" diye soruları sıralarken benimle ilk ilgilenen memurun ölümcül bakışlarını adamın üzerinde görünce oradan daha fazla bir şey çıkmayacağını anlamıştım.
"Şey! yok ben başka bir mahkumla karıştırdım sanırım... Özür dilerim, sizin müvekkille kimse görüşmedi." diyerek bir şey söylememe izin vermeden oradan ayrıldı. Söylediği ismi çıkar çıkmaz sorgulatmam gerekiyordu. Görüş odasına doğru ilerlerken cebimden ajandamı ve kalemimi çıkarıp not aldım.
Kunt...
Herkese merhaba, bugün bu uygulamada ilk günüm. Hikayemi yayımladığım farklı bir mecra var ama burayı da merak ettim :) Bu yüzden hatalarım olduysa görmezden gelin lütfen. Hazırda bölümler olduğu için düzenli olarak bölüm yayımlamayı planlıyorum.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzereee!
ns18.188.27.20da2