Şira, beyaz tenli, simsiyah gözlü ve gece gibi karanlık saçlarıyla dünya tatlısı bir kızdı. Küçük bir köyde büyüyor, büyükannesi ve büyük babasıyla birlikte huzur içinde yaşıyordu.Yinede içinde hep eksik bir parça hissediyordu. Anne ve Babasının yokluğu, onu derin bir yalnızlığa sürüklüyordu.
Yıldızlı, karanlık gecelerde gökyüzünü izleyerek kendini teselli etmeye çalışırken, anne ve babasının onu yıldızların izlediğine inanıyordu. Bu düşünceler, içindeki burukluğu bir nebze hafifletiyordu…Gündüzleri pek sevmiyordu...Sabahları köydeki diğer çocuklarla oynarken,onlardan ne kadar farklı olduğunu daha çok görebiliyordu.Yaşıtları ona fazla toy ve masum görünüyordu.Yaşlılarla daha iyi anlaşıyordu.Ruhunda asırlık bir bilgelik vardı.
Bir gün, bu düşüncelerle boğuşurken köye yakın bir ormana doğru yürüyüşe çıktı. Güneşı ağaç gövdelerine vuruyordu. Ormanın derinliklerinde muazzam bir ağaç gözüne çarptı. Bu ağaç geçmişin tüm sırlarını gövdesinde taşiyan bir Çınar ağacıydı....Şira, burada huzur bulacağını hissederek sırtını bu ağaçlara yasladı.
Şira, ağaca yaslanmış, rüzgârın tatlı esintisini yüzünde hissederken, gözleri bir anda kapanmıştı.... Ancak gözü açıldığında her şey bambaşkaydı.Saniyeler içinde Şira başka bir boyuta geçmişti.
Evler daha eski, yollar taş döşemeliydi…En garibi ise, az önce güneş tepede parlarken, şimdi gökyüzü zifiri karanlıktı.
Şaşkınlıkla çevreyi izlerken, köylülerin yüzlerindeki panik olayı daha da tuhaflaştırmıştı. Kadınlar ve erkekler telaş içinde evlerinee koşuyor, ellerindeki üzerlik otlarını kapılarının üzerine asıyor ve birer birer tüm mumları söndürüyorlardı. Kendi aralarında alçak sesle ama korkuyla aynı şeyleri tekrarlıyorlardı:
“O geliyor… O geliyor!”
Şira, olan biteni anlamaya çalışırken, bir köylü kadın onu kolundan hızla çekip eve doğru ilerledi. Yaşlı bir kadındı, gözlerinde korkuyla karışık bir endişe vardı. Evin altında mahzene inlediklerinde, kadın titreyen sesiyle fısıldadı:
“Sessiz ol.Erlik buraya gelmemeli.”
Şira, kalbinin hızlandığını hissediyordu. Erlik?Kimdi bu Erlik? Neden herkes bu kadar korkuyordu? Kapının ardından dışarıdaki ayak sesleri ve rüzgârın taşıdığı uğursuz fisıltılar duyuluyordu.
Şira, zamanında kaybolmuştu…
ns160.79.109.41da2