Alarm çaldığında Lara kıpırdamadı.
Saniyeler ilerledi, tekdüze zil sesi odanın içinde yankılandı ama hiçbir şey değişmedi. Gözleri açık, tavanın tam ortasındaki küçük çatlağa odaklanmıştı. O çatlak yıllardır oradaydı, ne büyüyor ne de kayboluyordu. Tam da kendisi gibi.
Sonunda, biraz ağırdan alarak sağ kolunu uzattı ve telefonu el yordamıyla bulup alarmı susturdu. Tek bir hareketle odadaki sessizliği yeniden yerine koymuştu.
Ama hala yataktaydı.
Kalkması gerektiğini biliyordu. Sabah her zaman olduğu gibi başlamıştı. Yapılacaklar listesi belliydi: Kahvaltı, hazırlanma, belki biraz kitap okuma, belki de hiç okumama… Ama hiçbiri onu yataktan kalkmaya ikna etmiyordu.
Bir süredir böyleydi.
Rutin devam ediyordu ama ona ne hissettirdiğini bilmiyordu. Eskiden sabahları daha enerjik kalkardı. Bazen bir kahvaltı planı için heyecanlanır, bazen dışarıda güzel bir gün var mı diye hemen perdeyi açardı.
Şimdi ise… Birkaç dakika daha yatakta kalmanın ne zararı olabilirdi ki?
Yastığa başını tekrar yasladı. Telefonu eline alıp saate baktı. 09.12. Normalde 08.30’da kalkardı ama bu aralar sürekli ertelediği gibi, bu sabahı da biraz ertelemişti.
Birazdan kalkacağını kendine söz vererek telefonun ekranını kaydırdı. Haber başlıkları, sosyal medya paylaşımları, dünyada olup bitenler… Hiçbiri ilgisini çekmiyordu ama gözleri yine de ekrana yapışmıştı. Birkaç dakika boyunca fark etmeden sayfalar arasında kayboldu. Ama hiçbir şey hissetmiyordu. Ekranı kapattı. Telefonu başucuna koydu ve yavaşça doğruldu.
Gözleri odanın içinde dolaştı. Her şey düzenliydi. Yerde kıyafet yoktu, masanın üzeri derli topluydu, kitap rafları simetrikti. Ama belki de her şeyin fazla düzenli olması, içindeki düzensizliği daha belirgin hale getiriyordu. Başucundaki eski kahve kupasını eline aldı. Dün akşam içmek için yapmış ama birkaç yudumdan sonra unutmuştu. Kahverengi halkalar, kupanın iç çeperine yapışmıştı. Derin bir nefes aldı ve yatağın kenarına oturdu. Ayakları parke zemine değdi. Soğuktu. Soğukluk ona her zaman uyanmayı hatırlatırdı. Ama bu sabah içindeki uyuşukluk daha ağır basıyordu.
Kendi kendine, “Bugün nasıl hissediyorum?” diye sordu.
Ama bir cevap bulamadı.
İçinde bir boşluk vardı ama bunun ne olduğunu tarif edemiyordu. Üzgün müydü? Hayır. Mutsuz muydu? Değildi. Ama mutlu da değildi. Bunu fark etmek, göğsünde belirsiz bir ağırlık yarattı.
Sonunda yerinden kalktı ve pencerenin yanına yürüdü. Camı açtığında, dışarıdaki dünya ona hiçbir şey olmamış gibi görünüyordu. Sokaktan geçen insanlar, bir yere yetişmek için hızlı adımlarla ilerliyordu. Karşı apartmandaki pencerelerden birinde biri kahvesini yudumluyordu. Herkes gününe başlamıştı. Lara dışarıyı izlerken, içindeki sıkıntının biraz daha arttığını hissetti.
Dış dünya hareket halindeydi. Ama onun içi kıpırtısızdı.
Bugün her zamanki gibi sıradan bir gündü. Ama o, her zamanki gibi hissetmiyordu.
Lara, pencerenin kenarında biraz daha oyalanabilirdi. Ama oyalandıkça içindeki huzursuzluk büyüyordu. Bazen fazla düşünmek, insanı kendi içinde kaybettiren bir yolculuktu. Derin bir nefes aldı, camı kapattı ve mutfağa doğru yürüdü. Koridorda ilerlerken, evin sessizliği ona eskisinden daha ağır geldi. Ev, onun düzenine alışmıştı. Ama o, evin sessizliğine alışamıyordu. Mutfak kapısını açtığında, içeride her şey yerli yerindeydi. Tezgâh tertemizdi, masanın üzeri düzenliydi, kahve makinesi köşede sessizce duruyordu.
Tıpkı Lara gibi.
Rutin hareketlerle dolabı açtı, kahve bardağını aldı, su ısıtıcısını çalıştırdı. Ellerini otomatiğe bağlamış gibi hareket ettiriyordu ama zihni onunla birlikte hareket etmiyordu. Bir fincan kahve. Bir dilim ekmek. Biraz peynir. Bunların hiçbirini gerçekten istemiyordu. Ama yine de masaya oturdu. Birkaç lokma aldı, kahvesinden bir yudum içti. Tatlar belirgindi ama hiçbir şey hissettirmiyordu. Eskiden kahve içmek ona keyif verirdi. Günün başlangıcını kahve kokusuyla yapmak bir ritüeldi. İlk yudumun sıcaklığı, ona hep yeni bir günün geldiğini hissettirirdi. Ama şimdi, sadece bir alışkanlıktı.
Bardağı masaya koyduğunda gözleri, sandalyenin hemen yanında duran telefonuna takıldı. Birkaç bildirim vardı. İçlerinden biri annesindendi.
"Lara, canım! Sabah mükemmel bir haber aldık! Arayınca konuşuruz. Çok sevineceksin!"
Lara ekrana bir süre boş boş baktı. Haberin ne olduğunu bilmiyordu ama sevinmesi gereken bir şey olduğu belliydi. Annesinin tonu heyecanlıydı, mutluydu. Ama Lara’nın içi bomboştu. Mutlu olması gerekiyordu, değil mi? Öyleyse neden hiçbir şey hissetmiyordu? Telefonu masaya bıraktı ve bir süre öylece oturdu. Mutluluk, bir zamanlar aniden içine dolan bir histi. Hafif, sıcak, neredeyse tanımlanamaz ama her zerresinde hissedilen bir şeydi. Ama şimdi, mutlu olmayı düşünmek bile yorucu geliyordu.
Birkaç dakika daha oturduktan sonra kahvesini aldı, mutfak tezgâhına doğru yürüdü ve kupayı lavaboya bıraktı. Gün henüz başlamıştı. Ama Lara kendini çoktan tükenmiş hissediyordu.19Please respect copyright.PENANAseiZvNkEws
19Please respect copyright.PENANAerpoz2S8pX
19Please respect copyright.PENANAK2BbVvIyV8
Lara, kupasını lavaboya bıraktığında farkında olmadan uzun bir nefes verdi. Göğsünden yükselen ama ona hiçbir rahatlama getirmeyen bir nefesti bu. Mutfaktan çıkarken hareketleri ağırdı. Ayakları yere sağlam basıyordu ama sanki içinde bir yerlerde yok gibiydi. Koridordan geçerken, elini duvara sürttü. Soğuk yüzeyi hissetmek istemişti belki de. Bedeninin burada olduğunu, bir şeylere dokunduğunu bilmek istemişti. Ama dokunuşu ona hiçbir his getirmedi. Bir yerlerde yanlış giden bir şey vardı.
Ama ne?
Odası her zamanki gibi düzenliydi. Ne fazla ne eksik. Her şey tam olması gerektiği gibiydi ama Lara, kendi içinde hiçbir şeyin yerli yerinde olmadığını hissediyordu. Başucundaki telefona uzandı. Tekrar annesinin mesajına baktı. "Lara, canım! Sabah mükemmel bir haber aldık! Arayınca konuşuruz. Çok sevineceksin!"
Telefonu sıkıca tuttu. Bunu okuyan birinin heyecanlanması gerekirdi, değil mi? Normal bir insan, ne olduğunu merak ederdi. Kalbi biraz hızlanırdı. Bir an önce öğrenmek isterdi. Ama Lara sadece ekrana baktı. Soğuk bir yüzeye bakar gibi. Sevinç nerede olmalıydı? Heyecan nerede başlamalıydı? Neden hiçbir şey hissetmiyordu?
Parmaklarını telefonun etrafında hafifçe kıpırdattı. Mesajı tekrar okudu, sonra tekrar, tekrar… Sanki defalarca okursa, içinden bir kıpırtı yükselmeye başlayacakmış gibi. Ama olmadı. Telefonu masanın üzerine bıraktı. Sesi duyulmayacak kadar hafifti. Birkaç adım attı, sonra geri döndü. İçinde bir şeyler kıpırdanıyor gibiydi ama bunlar heyecan ya da mutluluk değildi. Tam tersine, anlam veremediği bir huzursuzluktu.
Dışarı çıkmalı mıydı? Dolabın kapağını açtı. Bir kazak aldı, sonra geri koydu. Başka bir şey seçti, onu da bıraktı. Ne giymesi gerektiğini bile seçemiyordu. Sanki hiçbir kıyafet, onun içinde olduğu boşluğu dolduramazmış gibi. En sonunda basit bir kot pantolon ve açık renkli bir kazak giydi. Ama kendini giyinmiş hissetmedi. Balkona çıkıp biraz hava almak iyi gelebilirdi. Cam kapıyı açtı ve dışarı adım attı.
Güneş vardı ama ona bir sıcaklık vermiyordu. Gökyüzü maviydi ama Lara’nın içinde bir boşluk hissi uyandırıyordu. Aşağı baktı. İnsanlar yürüyordu. Bir kadın köpeğini gezdiriyordu. Scooterlı bir çocuk hızla geçti. Karşı apartmandaki yaşlı adam, her sabah olduğu gibi kahvesini yudumluyordu. Dün de buradaydı. Onlar da buradaydı. Bugün de buradaydı. Yine buradaydılar. Ve muhtemelen yarın da burada olacaklardı. Herkes aynı şeyi yapacak, hayat devam edecek.
Lara, bunu fark ettiğinde boğazında bir düğüm hissetti. Bir adım geri attı. Sonra bir adım daha. Balkondan içeri girip cam kapıyı kapattı. Odada sessizlik hâkimdi. Ama içindeki gürültü giderek yükseliyordu. Bir ileri, bir geri yürüdü. Nefesi hızlanmaya başladı. Başını kaldırıp aynaya baktı. Kendi yansımasına gözlerini kıstı. Bir an durdu.
Bu yüz… yıllardır tanıdığı yüzdü. Ama gerçekten tanıyor muydu? Yüz hatları, saçları, gözleri… Hepsi bildiği gibiydi. Ama gözlerinin içinde eksik bir şey vardı. Bir şey… kayıptı. Ama ne?
Ellerini aynanın çerçevesine dayadı. Daha yakından baktı. Gözlerinin altı hafif morarmıştı. Yorgun muydu? Belki. Ama bu sadece fiziksel bir yorgunluk değildi. Bu… başka bir şeydi. O gözlerde neşe yoktu. İçten bir parıltı yoktu. Bir şeylere duyulan heyecan yoktu. Özlem vardı. Ama neye olduğunu bilmiyordu. Boğazındaki düğüm biraz daha sıkılaştı. Gözlerini kaçırmak istedi ama kaçırmadı. İçinde bir ses, bu gerçekle yüzleşmesi gerektiğini fısıldıyordu. Ve o an… İlk kez kendine sordu:
"Benimle ilgili bir şeyler mi yanlış?"
19Please respect copyright.PENANAlIqkYRu7cs