Araba toprak yola girdiğinde, Ela aniden kollarını havaya kaldırdı.
“İşte buradayız!”
Lara, camdan dışarı baktı. Şehir geride kalmıştı. Yerini uçsuz bucaksız doğa, hafif esen rüzgâr ve her şeyin daha… gerçek hissettirdiği bir yer almıştı. Birkaç hafta önce, burada olmak onu biraz gererdi. Plan dışı olaylar, tanımadığı insanlar, ne olacağını bilmemek…
Ama şimdi? Şimdi sadece derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Araçtan indiklerinde, Ela hemen çantasını kaptı. “Tamam millet, çadırları kim kuruyor?”
Duygu içini çekti. “Ben kesinlikle yapmam.”
Lara ellerini cebine koyup başını iki yana salladı. “Hadi ama, kaç kere doğada kaldık ki?”
Ela kaşlarını kaldırdı. “Lara, sen... gerçekten gönüllü mü oldun?”
Lara, Ela’nın şaşkın yüzünü izlerken içinden bir kahkaha attı.
“Evet Ela, yeni Lara çadır kurabiliyor.”
Duygu ve Ela birbirlerine bakıp aynı anda alkış tuttular. “İşte bu!”
Ve Lara fark etti ki, ilk kez kendini gerçekten bir şeyin parçası gibi hissediyordu. Güneş battığında, kamp ateşi etrafına toplandılar. Hava serindi ama Lara’nın içi sıcacıktı. Emre gitar çalarken, Ela ateşe dalmış gibi konuştu. “Biliyor musunuz? Bence herkes bir şey denemeli. Daha önce hiç yapmadığımız bir şey.” Duygu gözlerini devirdi. “Ela, kamp alanında ne yapabiliriz ki?”
Ela düşünceli bir şekilde Lara’ya döndü. “Sen?”
Lara hafifçe kaşlarını çattı. “Ben mi?”
Ela gülümsedi. “Yeni Lara’nın sınırlarını test edelim. Daha önce hiç yapmadığın bir şey yap.”
Herkes ona bakıyordu. Eskiden olsa, böyle bir anda sıkışıp kalırdı. Şimdi ise… düşündü. Sonra gözleri Emre’nin gitarına takıldı. Ve gülümsedi.
“Bana çalmayı öğret.” dedi Emre’ye.
Emre şaşırdı. “Ciddi misin?”
Lara omuzlarını silkti. “Bilmiyorum. Ama denemek istiyorum.”
Ve gerçekten ilk defa bir şeyi “denemek istemek” hissettirdi. O gece, Lara gitar çalmayı öğrenmedi. Ama denedi. Ve bu, onun için her şeyden daha değerliydi. İlk defa, geçmişe takılmadan sadece bir anın içinde var olmuştu. Ve ilk defa, gerçekten yaşadığını hissetti. Ateşin başında herkes kendi sohbetine dalmıştı. Lara, bir noktada gülümseyerek gözlerini kaçırdı ve başını gökyüzüne çevirdi. Hava açıktı. Yıldızlar şehre göre çok daha parlaktı. Bir süre baktı, sonra ayağa kalktı.
Ela hemen fark etti. “Nereye?”
Lara hafifçe omuzlarını silkti. “Biraz yürüyeceğim.”
Kimse itiraz etmedi. Sadece başlarıyla onayladılar. Ve Lara, el fenerini alıp sessizce uzaklaştı. Ormanın içinden geçerken, sadece rüzgârın hafif uğultusunu duyuyordu. Adımları yere sağlam basıyordu. Her adımda içindeki sessizlik biraz daha büyüyordu. Sonunda, küçük bir açıklığa ulaştı. Bir kayanın üzerine oturdu. Yukarı baktı. Ve bir anda düşündü: Bu anı yıllar sonra hatırlayacak mıyım? Eskiden olsa, bazı anları unutmak istemezdi. Zihninde her şeyi saklamaya çalışırdı. Ama şimdi? Belki de bazı şeylerin unutulmasına izin vermek gerekiyordu. Yavaşça derin bir nefes aldı. Bir zamanlar en çok korktuğu şey, kendi başına kalmaktı. Çünkü yalnızlık, geçmişi hatırlamak demekti. Ama şimdi… Burada oturuyordu. Tek başınaydı. Ve hiçbir şey onu rahatsız etmiyordu. Hiçbir şey eksik hissettirmiyordu.
Bu farkındalık bir anda içine yerleşti. Eskiden, hayatı hep bir şeylerin tamamlaması gerektiğini düşünürdü. Bir ilişki, bir arkadaşlık, bir başarı… Ama şimdi fark etti ki, hayat hiçbir zaman eksik değildi. Sadece o, eksik olduğunu sanıyordu. Belki de mesele, tam olmak değil, var olmak ve anı yaşamakla ilgiliydi. Ve ilk defa, hiçbir şey eklemeden, hiçbir şey değiştirmeye çalışmadan sadece kendisi olarak iyi hissetti. Oradan ne kadar süreyle ayrılmadığını bilmiyordu. Ama döndüğünde, içinde başka bir şey vardı. Herkes hâlâ ateşin başındaydı. Lara sessizce yanlarına oturdu.
Ela ona baktı. “İyi misin?”
Lara gülümsedi. “Evet. Gerçekten.”
Ve bu kez, bunu söylemek için bir sebebe ihtiyacı olmadığını fark etti.
Lara, gözlerini açtığında ilk fark ettiği şey sabahın sessizliği oldu. Rüzgâr hafifçe çadırın kumaşına çarpıyordu. Dışarıdan kuş sesleri geliyordu. Ve o an fark etti ki, gerçekten dinlenmiş hissediyordu. Birkaç ay önce olsaydı, doğada bir gece geçirmek ona rahatsız edici gelirdi. Ama şimdi, şehirdeki her sabah uyanışından daha huzurluydu. Çadırın fermuarını açtı ve dışarıya baktı. Ela zaten uyanmış, kahve hazırlıyordu. Duygu çantasını karıştırırken sırt üstü çimlere uzanmış Emre, elini kaldırıp güneşi engellemeye çalışıyordu. Lara bir an durup baktı.
Burası, bu insanlar, bu hafta sonu…
Gerçekten, onun için önemliydi.
"Tamam millet, toparlanıyoruz!" diye seslendi Ela.
Lara, Ela’nın elindeki kahve kupasıyla herkesi organize etmeye çalışmasını gülümseyerek izledi.
Duygu çantasını kapatırken içini çekti. "Şimdi döneceğiz ya, şehir çok gürültülü gelecek."
Emre esneyerek oturdu. "Bence de. Birkaç gün daha kalsak mı?"
Ela kaşlarını kaldırdı. "Tabii, sizi burada bırakır, ben dönerim."
Herkes kahkaha attı. Ama içten içe, gerçekten biraz daha kalmak istediklerini biliyorlardı.
Lara çadırını toplamaya başladığında, Ela ona göz kırptı. "İçinde örümcek falan yoktur, değil mi?"
Lara gözlerini devirdi. "Umarım yoktur, çünkü başka çığlık atacak biri yok burada."
Herkes gülmeye devam ederken, çadırlar yavaşça toplandı, eşyalar arabaya yerleştirildi.
Ama o sırada…
“Telefonumu bulamıyorum!” diye seslendi Duygu.
Bir an herkes durdu.
Ela kaşlarını çattı. "Şaka yapıyorsun?"
Duygu başını iki yana salladı. "Hayır, gerçekten yok! Dün akşam ateşin yanında bırakmış olabilir miyim?"
Ve bir anda, tüm ekip çılgın bir şekilde kamp alanının her yerine dağıldı.
Kamp çantalarının içi döküldü, çimenlerin arasında arandı, Ela sandalyelerin altına baktı, Emre ateşin kenarındaki taşları kaldırdı. Lara ise bir adım geri çekildi. Gözlerini çevrede gezdirerek daha büyük bir perspektiften baktı. Ve sonra, hafifçe ileride bir çalının dibinde bir şey parladığını gördü. Sessizce yaklaştı, elini uzattı ve telefonu aldı.
Arkasını döndüğünde, Duygu hâlâ panik içindeydi. "Bulamıyorsam bitti, her şey orada!"
Lara telefonu havaya kaldırdı. “Bunu mu arıyordun?”
Duygu’nun gözleri parladı. “Tanrım, evet!”
Ela kahkaha attı. "Hep böyle olur. Biri her şeyini bulur, biri bir şeyini kaybeder, biri de son dakika kriz çıkartır."
Lara gülümseyerek başını iki yana salladı. Ve fark etti ki, bu kaos bile güzel geliyordu.
Araba yola çıktı. Ama geri dönüş hiç düz bir çizgi gibi değildi.
Yol üstünde Ela aniden, “Burası inanılmaz görünüyor, bir duralım mı?” dediğinde, herkes çoktan ne olacağını anlamıştı.
Duygu gözlerini devirdi. "Plan dışı bir şey yapmazsak olmaz zaten."
Lara hafifçe gülümsedi. Ama aslında bu spontane duruşları en çok o seviyordu. Ela arabayı küçük bir köy yoluna sürdü ve kısa bir yürüyüşle karşılarına minicik ama büyüleyici bir göl çıktı. Lara, rüzgârın yüzüne çarpmasını hissetti. Su, dümdüz ve durgundu. Tıpkı Lara’nın içi gibi. Eskiden olsa, bu gibi anları hemen fotoğraflamak isterdi. Ama şimdi, sadece bakmak istedi. Birkaç dakika boyunca kimse konuşmadı.
Sonra Ela derin bir nefes aldı. “Tamam, bu hafta sonu resmen efsaneydi.”
Duygu başını salladı. “Kesinlikle.”
Lara ise, yavaşça gözlerini kapadı. Gerçekten, kendini tamamıyla bu anın içinde hissediyordu. Ve bu, onun için her şeyden önemliydi. Şehir geri çağırıyordu. Ama bu sefer, Lara dönerken geçmişe değil, geleceğe bakıyordu.
Ve o an anladı ki, artık nereye giderse gitsin, gerçekten “orada” olacaktı.
ns3.144.111.154da2