Lara, evinin içindeki o sessiz boşluktan yeni çıkamamanın verdiği rahatsızlıkla, uzun süre pencereden dışarıya bakıyordu. Dışarıda hayat öyle akıp gidiyordu ki; sokaklar, yürüyen kalabalıklar, hafif esen rüzgâr… Her şey o sıradan hareketin içinde varlık gösterirken, Lara'nın iç dünyası sanki kendi sessiz çığlığıyla dolup taşıyordu.
O an, odasının köşesinde yıllardır tozlanmış bir pencere perdesi vardı. Hafifçe dalgalanan bu perde, dış dünyayı zarifçe süzüyor, fakat Lara'nın ruhunun derinliklerinde yankılanan boşluğu doldurmaktan acizdi. İçinde hissettiği o tarifsiz yalnızlık, sanki sessiz bir çığlık gibiydi; ama ne kadar yükselirse yükselsin, dışarıya ulaşıp kimseye ulaşmıyordu.
Geriye dönüp, dün akşam bıraktığı o unutulmuş defter sayfalarını hatırladı. O sayfalarda, küçükken akıp giden heyecanı, neşesi, özgürce yazdığı kelimeler saklıydı. O yazılarda, “Kendi kendime sevinmek beni mutlu ediyor. Resim öğretmenim de öyle söylüyor. Yani ben haklıyım.” demişti; o zamanların saf ve içten neşesi, Lara’nın gözlerinde bir parıltı oluşturmuştu. Artık bu cümleler, ona ne kadar uzak ve kayıp geldiğini, içindeki gerçek benliğini unuttuğunu hatırlatıyordu.
Lara yavaşça odasındaki masanın başına geçti. Masanın üzerinde düzenli duran birkaç eski not kağıdı ve anı parçaları, geçmişin sessiz hatıralarını yansıtıyordu. Bir anda aklına, çocukken yazdığı günlüğündeki cümleler geldi; o cümleler, ona kendini sevmenin, içindeki neşeyi serbest bırakmanın önemini anlatırdı. Ama şimdi, o anılar donuk ve silik, sanki ulaşılması imkânsız bir yere aitmiş gibi geliyordu.
İçinde bir çalkantı yükseldi; bu, yalnızca günlük rutinin monotonluğu değildi. Lara, bir süredir yaşamındaki hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını hissediyordu. Dışarıdaki her şey hareketli, canlı ve neşeliydi; oysa kendi iç dünyasında ağır bir sis, belirsiz bir keder ve kaybolmuşluk vardı. Kendini bir labirentin içinde sıkışıp kalmış gibi hissettiğinde, o sessiz çığlık bir an için daha da yüksek çıktı:
"Benimle ilgili bir şeyler mi yanlış?"
Bu soru, hem içini kemiren bir şüphe hem de kendini arayışın başlangıcıydı. Lara, bu sorunun cevabını bulmak için kendine söz verdi. Belki de o gün, o sabahın başlangıcında fark ettiği eksiklik, artık değişimin ilk işaretiydi. Her şeyin akışı bozulmuş, hayatındaki detaylar birer birer silinmeye başlamıştı.
Ayakları nereye gideceğini bilmiyordu; fakat içindeki boşluğu doldurmanın, belki de dış dünyada değil, kendi derinliklerinde bir cevap bulacağının farkına vardı.
Birkaç dakika boyunca odasında yavaşça dolaştı; her adımında, evin sessizliğinde kendi kalp atışlarını dinledi. Bu kalp atışları, ona bir zamanlar ne kadar coşkulu, ne kadar umut dolu olduğunu hatırlatıyordu. Ancak şimdi, bu ritim neredeyse kırılmış, düzensiz bir melodiye dönüşmüştü.
Sonunda, derin bir kararlılıkla, Lara pencereye yöneldi. Camın kenarına oturup dışarı baktığında, hayatın devam ettiğini, insanların neşeyle yaşadığını gördü. Ancak o, kendi içindeki bu donuklukla yüzleşmek zorundaydı.
İlk kez, bu sessiz çığlığına kulak vermeye karar verdi. Belki de, uzun süredir bastırdığı duyguların, aslında ona yol gösterecek ipuçları vardı. Artık sadece var olan, otomatikleşmiş hareketlerin ötesine geçip, kendi iç sesini dinlemek istiyordu.
O gün, Lara için farkındalığın ilk kıvılcımı yanmıştı. Sessiz çığlık, artık ona bir uyarı değil, kendini bulmasının başlangıcı olacaktı. Bu an, hem hüzünlü hem de umut dolu bir uyanışın kapısını aralamıştı.
Ve Lara, kendiyle yüzleşmeye başlamıştı…
Lara, pencerenin önünde geçirdiği dakikaların farkında değildi. Zaman, her zamanki gibi akıyordu. Saat ilerliyor, güneş hafifçe batıya kayıyor, sokaklardaki hareketlilik değişiyordu. Ama Lara için zaman, sanki kendi içinde donup kalmıştı. Kendi içinden dışarı çıkıp dünyaya karışmak için bir adım attığında, sanki yanlış bir zamana denk gelmiş gibi hissediyordu. Bu yüzden, dışarı çıkmaya karar verdi. İçinde tuhaf bir dürtü vardı. Belki bir şeyler değişirdi, belki bu ağır his biraz dağılırdı. Hızlıca çantasını aldı, telefonunu kontrol etti. Annesinin mesajına hâlâ dönmemişti. Bunu düşünmek istemedi. Çünkü annesine mutlu olduğunu söylemesi gerekiyordu ama bunu söyleyebilmek için mutlu olması gerekiyordu. Ve şu an mutlu hissetmiyordu.
Kapıyı açıp dışarı adımını attığında, sokak hiç değişmemişti. Ama Lara için her şey biraz daha yabancı gibiydi. Gözleri etraftaki insanlara kaydı. Bir grup genç kahkahalar atarak yürüyordu. Yanlarından hızla geçen bir kadın telefonuna odaklanmıştı. Bir çocuk, annesinin elinden tutup heyecanla bir şeyler anlatıyordu. Herkes… yaşıyordu. Hissettikleri şeyler gerçekti. Ama Lara kendini bir gölge gibi hissetti. Yürümeye başladı. Adımları yere değiyordu ama sanki orada değilmiş gibi. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bulutlar sakindi, güneş tam olması gerektiği gibi. Eskiden böyle günlerde içinde hafif bir mutluluk hissederdi. Gökyüzüne bakmak ona huzur verirdi. Ama şimdi? Sadece bakıyordu. Derin bir nefes aldı, belki bir şey hissederim diye. Ama nefes sadece ciğerlerine doldu, başka hiçbir şey olmadı. Bir kafeye oturdu. Hep gittiği, tanıdık bir yerdi burası. Eskiden buraya gelir, yanında defteriyle kahvesini içer, notlar alırdı.
Kendine bir kahve söyledi. Gelen fincana baktı. Kahvenin sıcaklığı, hafif buharı, kahverengi tonları… Eskiden bu görüntü bile içini kıpır kıpır ederdi. Şimdi ise sadece bir nesneydi. Bir yudum aldı. Tat vardı. Ama ona bir his getirmedi. Eskiden burada otururken, bir şeyler izlerdi. Sokaktan geçen insanlara hikâyeler uydururdu.O adam bir yazar olabilir miydi? O kadın nereye gidiyordu? Şimdi ise hiçbir şey umursamıyordu.
Gözlerini kapattı. İçinde o ses yine belirdi:
"Ben hep böyle miydim?"
Lara, önündeki kahve fincanını tutarken, içine bir şeyler dolmasını bekledi. Hissetmek istiyordu. Kafe ortamının sıcaklığını, dışarıdaki dünyanın enerjisini, insanların gülüşlerini, kahvenin tadını… Ama hiçbir şey olmuyordu. İçindeki boşluk, tüm sesleri boğuyordu sanki.
Kapının açıldığını fark ettiğinde, gelen kişinin Ela olduğunu anlaması için bir saniyeden fazla düşünmesine gerek kalmadı. Ela, her zamanki gibi hızlı adımlarla ilerledi, şalını omzundan kaydırıp sandalyesine oturdu. Onun varlığı bile hareket getirmişti mekâna.
“Görmen lazım, buraya gelirken resmen bir maraton koştum.” diye söze girdi Ela, saçlarını geriye atarak. Ela’nın sesi hep canlıydı. Her zaman bir enerji taşırdı içinde.
Lara ona baktı ve hafifçe gülümsedi. “Yine mi son anda evden çıktın?”
Ela gözlerini devirdi. “Sence?”
Sonra aniden durdu ve Lara’yı süzdü.
“Sen iyisin, değil mi?” diye sordu, sesi biraz daha ciddi bir tona kayarak.
Lara başını salladı. “Evet, neden sordun?”
Ela hafifçe kaşlarını kaldırdı. Ona her zaman böyle baktığında, Lara kendini görünmez bir röntgen ışığının altındaymış gibi hissederdi.
“Çünkü senin enerjin şu an bu kahve fincanı kadar cansız.” diye belirtti Ela, fincanı işaret ederek.
Lara hafifçe güldü ama bu gülüş tamamen otomatikti. Kendi bile gülümseyişinin içinin boş olduğunu hissetti.
“O kadar kötü değilim.” diye mırıldandı, kahvesinden bir yudum alarak.
Ela ona eğildi, kollarını masanın üzerine koydu. Lara’nın gözlerinin içine bakıyordu.
“Beni kandırmaya çalışma.” dedi sakince. “Ne oluyor?”
Lara başını çevirdi, camdan dışarıya baktı. Konuşmak istemediği her şeyin dışarıda bir yerlere kaçabileceğini umar gibi. Ama Ela’dan kaçamazdı. Ela bir süre bekledi. Sessizlik, Lara’nın kafasının içinde giderek büyüyen bir boşluk gibi yayıldı.
Sonunda, Lara derin bir nefes aldı. “Bilmiyorum.” dedi sessizce.
Ela gözlerini kıstı. “Neyi bilmiyorsun?”
Lara omuzlarını hafifçe silkti. “Hiçbir şeyi.”
Ela bir an durdu, sonra derin bir nefes verdi. “Tamam.” dedi, arkasına yaslanarak. “O zaman bir şey yapalım.”
Lara ona baktı. “Ne gibi?”
Ela gözlerini devirdi. “Bu akşam dışarı çıkıyoruz. İnsan içine karışman lazım.”
Lara istemsizce kaşlarını çattı. “Ela, gerçekten istemiyorum.”
“Ama gideceksin.” dedi Ela net bir ifadeyle. “Buna ihtiyacın var.” Lara bir şey demedi. Çünkü belki de Ela haklıydı. Lara, Ela’nın inatçı bakışlarından kaçamayacağını fark ettiğinde gözlerini devirdi.
"Ela, gerçekten istemiyorum.” dedi tekrar, daha kararlı bir şekilde.
Ela, sandalyesinde iyice arkasına yaslandı, dudaklarını büzerek düşünüyormuş gibi yaptı. Sonra başını yana eğdi ve hafifçe gülümsedi.
"Peki, diyelim ki ben senden bu kadar iyi tanımıyorum. O zaman bana şunu açıkla: Neden istemiyorsun?"
Lara bir an durdu. Gerçekten neden istemiyordu? Yorgun olduğu için mi? Ama sabahın büyük bir kısmını hiçbir şey yapmadan geçirmişti. Canı istemediği için mi? Ama neden istemiyordu? İçinde bir boşluk olduğu için mi? Peki, bu boşluk neden oradaydı?
Ela onun düşündüğünü görünce kahvesinden bir yudum aldı ve omzunu silkti. "Bak, sana şöyle söyleyeyim. Bir şeylerden kaçıyorsan, kaçtığın şey seni daha da içine çeker."
Lara başını kaldırıp ona baktı. Ela’nın bu kadar basit bir şekilde söyleyebildiği şey, Lara için yıllardır çözülmeyen bir düğümdü. O ne kaçtığını biliyordu, ne de gerçekten kaçtığını kabul ediyordu.
"Kaçmıyorum." dedi ama sesi bile kendisini ikna etmiyordu.
Ela kaşlarını kaldırdı. “O zaman geliyorsun?”
Lara bir an durdu, sonra iç çekerek başını salladı. "Evet, sanırım geliyorum."
Ela’nın yüzü anında parladı. Ama Lara’nın içinde bir şeyler çöküyor gibiydi. Bir şey hissedebilmek için çaba göstermesi gerektiği fikri bile onu yoruyordu.Ela aniden telefonu çıkarıp mesajlarını kontrol etmeye başladı.
"Bakalım kimler geliyor..." diye mırıldandı.
Lara gözlerini kıstı. "Kimler geliyor?"
Ela başını kaldırmadan konuştu. “Birkaç kişi... Çağlar, Duygu, Emre falan...”
Sonra Lara’ya baktı. Yüzündeki ifadenin hafifçe değiştiğini gördü. Görünmez bir elektrik akımı gibi, Lara’nın içinde eski bir şey titremişti.
"Biliyor musun," dedi Ela dikkatle, "Arda da gelebilir." Lara'nın omuzları istemsizce gerildi.
Arda.
O ismi duymak, eski bir fotoğrafın üstündeki tozu üflemek gibi bir şeydi. Bir anlığına, zamanın içindeki başka bir anı görüyordu. Ama eskiden net olan şeyler artık bulanıktı.
"Bilmiyorum..." diye mırıldandı Lara.
Ela, "Bilmiyorsun?" diyerek kaşlarını kaldırdı. “Lara, seninle ne zaman Arda hakkında konuşsak bir duvara çarpıyorum. Şimdi de kaçacak mısın?”
Lara gözlerini devirdi ama içinde gerçekten kaçmak isteyen bir şey vardı. Arda onun için neydi? Ona gerçekten özlem duyuyor muydu, yoksa sadece eskiye mi özlem duyuyordu? Bunu bilmiyordu. Ve bilmediği her şey gibi, bu da onu yoruyordu.
"Arda'nın gelip gelmemesi umurumda bile değil." dedi sonunda, Ela’ya meydan okur gibi.
Ela ona uzun uzun baktı, sonra gülümsedi.
"Peki o zaman. O zaman hiçbir şey olmamış gibi geliyorsun."
Lara, Ela’nın bu meydan okuyuşunu görmezden geldi. Ama içindeki rahatsızlık büyüyordu.
ns3.14.135.79da2